Boş Yoğurt Kapları

Saime yüzünde kıpırdayan gün ışığıyla gözlerini açtı. Perdeyi bilerek örtmez. Çocukluğunda, perdesini annesinin açtığı zamanlar gibi, güneş kestane yaprakları arasından süzülsün, odasında dans etsin ister. Uykulu gözleri konsolun üzerinde dolaştı. Kat kat yağlıboyadan adeta şekli değişmiş, sanırsın plastik. Ona annesinden, annesine annesinden kalan konsol. Yoksa daha mı eski. Büyük büyük ninenin çeyizi ne çok anlatılırdı, ondan mı kalmıştı. Hani konakları varmış. Dokuz odalı. Otuz dokuz. Hatırlayamadı. Tekrar uyumak istedi. Sokakta koşuşturma başlayana, güneş iyice yükselip ağacın gölgesini üstünden çekene kadar uyumak. Başucunda duran porselen saate baktı. Kırmızı kiremit çatılı ev, çatının altı saat. Bir yanda genç adam, elinde keman, öbür yanda genç kadın, sepet dolusu çiçek taşıyor. Önlerinde çocuklar, kimi sarışın kimi kumral. Çatıda iki melek, biri bacadan aşağıya biri gökyüzüne bakar.  Çiçekler, yapraklar. Nasıl da özene bezene işlenmiş. Bozuk. Tamir ettirmek istedi, kim dediyse o zamanlar, abla antika bu, alır üstüne konarlar, bırak böyle kalsın, biblo gibi. Tamir ettirmedi. Kırk iki yıldır aynı saati gösterir. Elini uzatıp evin önündeki çocuklara dokunmak istedi, kolu sızladı, yapamadı. Uzun süredir sol yanına yatamaz olmuştu, hep aynı şekilde uyumaktan, kolu bacağı uyuşmuş oluyordu sabahları.

Kapıda dönen anahtar sesiyle irkildi. “Kim o?”

Devamını oku “Boş Yoğurt Kapları”

Mesele Kimde

Sabah sekizde telefonum çalıyor. Annem. “Toplandım diye iptal ettim sanmayın, yemeğe bendesiniz,” diyor, “tavuğu önceden almıştım, ziyan olacak yoksa.” On gün içinde taşınacak, evin neredeyse tamamını topladı ama mutfak eşyalarının bir kısmını yemek için ayırmış. Yalnızca plastik tabak getirmemizi söylüyor.

Telefonu kapayıp meseleyi kavramaya çalışıyorum. Aslında tavuğu komşulara veriver diyebilirdim ama bunu akıl edemeyecek durumda değil. Bahane ediyor, giderayak toplanalım istiyor sanırım. Yola çıkmadan hepimiz ne haldeyiz görmek istiyor olsa gerek. Ama kavrayabilmek istiyorum dediğim mesele tabii ki tavuk değil.

Devamını oku “Mesele Kimde”

Son Dördün

Araba sarsılarak ilerliyor, büyük oğlan karanlığa kaldılar diye sabırsızlandığından hızını hiç azaltmıyordu. Başını dik tutacak hali yoktu. Hırkasını katlayıp cama yasladı, kaykıldı. Böyle biraz daha dayanırdı. Çocukluğunu geçirdiği ev, kısmet bu ya, onca zaman sonra ona kalmıştı. Ne haldedir bakmaya gidiyorlardı.

Gözlerini kapattı, kaç yıl geçmişti bu yoldan en son geçeli? Bilse ne fayda, daha zamanın hikmeti çözülmemişti ki. Ortancanın en küçüğü meraklıydı bunlara, sürekli belgesel izler, öğrendiklerini ona anlatırdı. Zamanın ayna gibi olanı, ileri giderken beriye de gidebileni vardı. Her yerde herkese aynı hızda akmaz, çok ötelerde, gökteki yıldızlarda başkalaşırdı. Torun, bir gün yolculuk yapacağız der, bize benzeyen başka dünyalar olabilir, anlıyor musun babaanne, diye sorardı. Gülerdi, çünkü anlardı. Belki en iyi o anlardı. Elli yılın bir saniye olabildiğini, kiminin geçmişten gelemediğini, kiminin kıyamet feveranı başlamadan beş dakika geri gidemeyeceğini bilirdi.

 

Devamını oku “Son Dördün”